28 Eylül 2008 Pazar


TÜRK PASAPORTU TAŞIMANIN DAYANILMAZ IZDIRABI
Zor bir iştir Türk pasaportu ile seyahat işlerine girmek. Seyahat edenler, hele sık sık edenler bunu çok iyi bilir. Daha maç başlamadan 1-0 yeniksinizdir. T.C. pasaportu ile seyahat etmek istemek demek zaten baştan insana Bedi Rahmi Eyüpoğlu’nun ‘3 Dil’ şiirinin son mısralarındaki ‘otobüsü kaçırmış bir millettin oğlusun’ olgusunu hatırlatır.
Vize ızdırabı ile perde açılır. Bir kaç ülke dışında kalan alemin tüm ülkeleri sizden vize ister. Neler istemezlerki o konsolosluklar. Önceleri defalarca ülkesine gittiğiniz halde hayatta adını dahi duymadığınız evrakları sıralarlar. Hatta bazıları bu evrakların listesini bile vermek için sizden para ister. Yanlış anlamayın, vize bedeli değildir istenen. Vize almak için gereken evrakları öğrenmek için bile para ödeyerek başlarsınız yolculuğa. O evrak, bu belge, özel çekilmiş vesikalık fotoğrafa ifadesiz bakmanız istenir. Neden olduğunu anlayamadığım şekilde ifadesiz bakılır kameralara. Sonra binbir zorlukla ve işinizden gücünüzden çaldığınız zamanla toparladığınız o evrakları götürür koyarsınız önlerine. Her ne hikmetse onlarca kere doldurduğunuz başvuru formunu bir kere daha sonuna kadar, her türlü detayları ile koyarsınız. Alt tarafı 3 günlük bir iş seyahati bile olsa. Hani, oralara göç etmeye niyetimiz olsa anlarız, ama bu kadarcık bir ziyaret için bürokrasinin allahını yaşatırlar. Zar zor ve de lütfen size 15 günlük vize verirler, ama onu da çok girişli yaparlar. Sanki 15 gün içinde o ülkeye bir sürü defa gir-çık yapacakmışız gibi.
Sonra havaalanına gidersiniz. Şimdilerde artık T.C. vatandaşlarını ayrı kuyruktan alırlar, ama daha uzun süre sürer pasaport kontrolünden çıkmanız. Elin yabancısı dıt diye geçiverir T.C. polisinin önünden, ama bizler bekleriz orada. Bir sürü detayı yazarlar bilgisayara. Aslında ya pasaport numarası vardır, ya da vatandaşlık. O numaralardan birini yazarak çağıramazlar kaydınızı, çünkü sistemleri arkaik yapıda olduğu için bilmezler öyle medeni bilgisayar atraksiyonlarını. Her defasında girerler ana adınızı, baba adınızı, doğum tarihinizi ve bilumum bilginizi sanki ilk defa yurt dışına çıkacakmışız gibi. Siz orada beklerken, elin yabancısı çokdan geçmiştir pasaport kontrolü kuyruğunu. Sorarsınız neden diye, derler ki ‘onların pasaportu biyometrik, sizinkisi ise adi plastik kapak üzerindeki yazıları silinmiş, kişiliksiz bir defterdir. Elin Kongo’lusu bile çok daha şahsiyetli bir pasaport defteri taşır. Halbuki o adi plastik kapaklı defteri almak için 81 YTL ödemişsinizdir. Halbuki o paraya dünyanın en kaliteli kağıdından yapılmış pasaportlardan 10 tanesi bile yapılır, ama biz sadece 1 tane adi plastik kapaklı deftere (ki vize sayfalarının yetersizlikleri yüzünden çoğu seyahat edenler bir kaç tanesini zımbalamak zorunda kalırlar) öderiz o parayı. Bilinir cümle alem tarafından T.C. pasaportunun bilumum ülkelerden vize alması gerektiği, ama akıl edilemez o 81 YTL’lik deftere üç beş vize sayfası eklemek.
Bu biyometrik pasaport meselesi ise memleketin hiç tamamlanamayan projesidir. Gelişmiş tüm ülkeler yıllar önce kullanmaya başladılar. Sözüm ona 2 yıl önce bizde de devreye alınacaktı, ama bitemez o proje ne hikmetse. Mahkumdur yurdum insanı dünyanın en şahsiyetsiz, adi görünüşlü defter parçasını pasaport diye taşımaya.
Ha, bir de yurt dışı çıkış harcı vardır işin içinde. Bu ülkenin vatandaşları devlete harç öder her bir sehayat için. Onu da bilet parasına yediremezler, mevzuat engeldir. Dünya’da yurt dışına çıkıyor diye harç ödeyen kaç memleket vardır, bilemem, ama biz öderiz. Hep öderiz o harcı. Hele pasaportun temditini uzatmak isterseniz eğer daha da acaip meblağlar ödersiniz. Sadece 2 senelik pasaporta alırlar 286 YTL. Pasaportu almak da ayrı bir eziyettir, ama hadi orasını şimdilik geçelim. Binersiniz uçağa, gidersiniz hedefiniz olan yere. Daha uçağın kapısından iner inmez dikilir başınıza elin pasaport polisi. Daha pasaport kontrolüne gelmeden bakarlar pasaportunuza, ve eğer vizeniz geçersizse, o zaman koyarlar hemen geri sizi uçağa, geldiğiniz gibi dönersiniz geri. En matrak hatıram da Romanya’dadır. Istanbul’a dönüş uçağına giderken pasaport kontrolündeki kız pasaportuma uzun uzun bakar. Her bir sayfasını itinayla inceler. Pasaportumdaki diğer vizeleri görünce merak eder nasıl bu kadar çok yere gitmişim diye. Sanki bir Türk’ün bu kadar çok ülkede ne işi olabilirki?
Başlı başına bir maceradır T.C. pasaportu ile seyahat etmek. O pasaportun taşıdığı tüm şöhret sırtınızdaki bir kamburdur. Hemen tüm gümrük noktalarında dünyanın en değersiz sayılan ülkeleriyle aynı muameleyi görürsünüz. Belki Azerbeycan’a girerken yüzünüze gülümserler, soydaşlık adına. Belki Azerbeycan gibi bir kaç ülke daha vardır sizi kapıda hoş karşılayan, ama geri kalan her yerde T.C. pasaportu taşımanın dayanılmaz ızdırabı size eşlik eder. Hatırlatır size ‘otobüsü kaçıran bir milletin çocuğu olduğunuzu’. Herkese hayırlı ve sorunsuz yolculuklar. Aman pasaportunuza iyi sahip çıkın, yoksa kaybederseniz eğer, başınıza gelecekleri yazmak için bu satırlar yetmez bile.

21 Eylül 2008 Pazar

Gençler maçı ertesi / 21.09.2008

Zor geçeceği düşünülen bir maçı kolay tamamladık gibi duruyoruz. Ne desek şimdi, ne yazsak, başlasakkkk...

Kaleci Volkan beklenenden iyi idi. Ama maalesef bizim benchmarkımız geçen seneki Alanya maçı. Oysa bu çocuk ümit milli takımla harikalar yaratmış biri. Ve şansına Yasin ya da Can önünde değidi. O yüzden saçma sapan bir hareket yapmadan, yapılması gerekenleri yaptı. Tehlikemi oldu demeyin, şutlardan girip gol olanları çooookkkk gördük biz :)

Önder nihayet doğru yerinde oynadı. En kötü haliyle bile mevcut altyapısı kademe hatası yapmasına engel olduğu için Carlos ya da Gökhan kademe kaybı önlemeye gelirken hata yapmadı ya da aynı alt yapı önde oynamayı emrettiği için takımını geriye yaslamadı.

Gökhan ve Carlos her iki açıkdan destek alamamasına rağmen hem önde oynadıkları hem kademe sıkıntısı ve mesafe problemi yaşamadıkları için daha rahat ve iyi oynadılar.
Lugano son iki maça göre daha az yoruldu bu sayede.

Takımdaki temel sıkıntı özellikle ilk yarı oyuncuların hareketsizliği ve bu yüzden pas alışverişinin bu konuda olağanüstü olmayan Maldo'ya kalıp, Emre'nin de milli maçtakinin yarısı kadar sorumluluk almayışıydı.

Burak sırtı dönük top almayı bilmediği için çok top ezdi ve hata yapma korkusuyla alanını koruyor görüntüsü altında bir süre sonra toptan ve adamdam uzak durmayı tercih etti.
Uğur her zamanki gibiydi. Bir hareketi eksik ya da fazla yapması gereken anın kararını veremiyor bir türlü...

Alex : Ben ne diyeyim ki... Ne diyeyim... Top çaldı, pozisyona soktu, pozisyona girdi, gol attı...

Guiza : İyi oluyor gibi... Sıvacı olmamak için mücadele ediyor... En azından "kardeşim, ben İspanya ligi gol kralıyım. Kilom şu kadar ediyo, bu adamlar bana pas atamıyo ki" havalarında gezinmiyor :)))))

İkinci yarı başkaydı... 10 kişi kalınca daha rahat bir top oynandı ki bu mental baskının da bir göstergesiydi.

Ama bir 15 dakika oynandı ki hareketli olunca neler yapılabileceğini gösterdiler adeta hele Uğur çıkıp Emre sola girince.

Kazım : kadroda ise burak saha da kazım kenarda olmazzzz...

Hakem : Bu kadar kötü ve dengesiz olmak zorunda değiller. Kaç sarı kartı pas geçti, kaç faulu sadece bize diye es geçti...

Aragones : değişiklikler doğru. Çok sakat var doğru. İstediği transferler olmadı doğru... Ama ne yapmak istiyor hala anlamıyorum. En azından artık şu kornerleri ezbere attırma hocam ya.

Bence birilerini fazla dinliyor, bildiği ezberleri de kolay kolay bozmuyor

Seyirci : kime ve neye kızgın ? boş tribün lafı hikaye... Stad büyük :))) bir de para ???

Yine de Forza Fener....






14 Eylül 2008 Pazar

Başkana Açık Mektup

Sayın Aziz Yıldırım,

1998 yılında FB klübü başkanlığa geldiğiniz günden beri yakinen sizi izleyen milyonlarca Fenerbahçe'liden birisiyim. Çocukluğumdan bu yana özel bir sevgi ile bağlı olduğum FB klübü için yıllardır yaptığınız hizmetleri zaman zaman çok eleştiren, ama zaman zaman da hakkınızı çeşitli mecralarda sonuna kadar savunan birisiyim. Bu mektubun amacı, kendimce artık zamanı gelen bir uyarıyı belki de milyonlarca Fenerbahçeli adına size yapmaktır.

Uzun yıllardır bu işe ciddi anlamda emek ve mesai harcadığınızı, hatta zaman zaman sağlığınızı da ciddi risklere atarak gönülden bir hırsla bu işe baş koyduğunuzu görmekte, ve bundan dolayı da kendi adıma size şükranlarımı sunmaktayım. Bu klübü çok alt seviyelerden bugünlerdeki yerine ulaştırmak için çok uğraştığınızı görüyorum. Zaten bunu sadece biz Fenerbahçeliler değil, herkes görmektedir. Bu yolda bazen çok ciddi hatalarınız olmakla beraber, toplamda bakıldığında işin bugün vardığı noktada isminiz çoktan unutulmazlar arasına girmiştir. Türk sporunun sizler gibi 8-10 dirayetli yöneticiyle çok ciddi aşamalar kaydedeceği ortadaki büyük bir gerçektir.

Ancak, burada durup, şapkamızı önümüze koyma vakti gelmiş ve geçmektedir. Geçen 10 seneyi aşkın süre zarfında yönetim üslubunuz sayesinde çok şeyler kazanan FB, aynı oranda kayıplar da vermiştir. Tek adam tarzı, her konuya kişisel iradenizin eleştiri tanımayan yöneticiliğinizle yıllar içinde hasarlarımız ciddi bir yere varmıştır. Değerli katkılarınızı takdir ederek, artık gelinen noktada artık sizin şanınıza yakışan bir veda ile uğurlanması gerektiğine inanıyorum. Şimdi burada her kararınızı tek tek ele almaya kalksam satırlar kifayet etmez. Ama, son geldiğimiz noktada artık FB'nin daha ileri aşamalara sizin yönetim şeklinizle gitmeyeceği aşikardır. Bizleri buraya taşırken gösterdiğiniz cesareti artık bayrağı başkalarına bırakarak, farklı kişilerin burada hizmete gelmesini sağlamanız gerekmektedir. Bugün artık net olan gerçek budur, ve bu gerçeği artık sizin de kabullenme zamanı gelmiştir.

Yıllar içinde FB'ye çok ciddi hizmetleri olabilecek bir çok değerli kişiyi yönetimden şahsi kaprislerinizle eleyerek FB'ye çok önemli katkıları olan oyuncuları yanlış yönetim tavrınız yüzünden uzaklaştırdınız. Sadece bu sezona baktığımızda bile bu hatalarınızın bizlere çok ciddi kayıplar oluşturması kaçınılmaz hale gelmiştir. Bakın size örnek vereyim: sezon başında takımın belki de en sorunsuz olması beklenen kaleci mevkiinde yedek kalecimiz Serdar'ın gitmesi bir hatadır. Şimdi herkesin gördüğü üzere, ortada ciddi bir kaleci sorunu vardır, zira dün gece görüldüğü üzere, Volkan her an takımı yanlız bırakabilecek potansiyelde yanlış tutumları olan birisidir. Öte yandan, takımın en önemli oyuncularından Aurelio'nun gidişi de sizin engel olmanız gerekirken, yanlış tutumunuz sayesinde takıma mal olan bir hasar haline gelmiştir. Yerinde oynaması için kalan oyuncular ne yazık ki ortalama Türk futbolcularının bile altında, kapasiteleri oldukça sınırlıdır. Öte yandan, geçen seneden beri FB kadrosunun toplamda yetersizliği, yedek klübesinin sınırlı durumu da hala giderilmeyen sorundur. Bugün FB oynadığı futbol ile kimseleri tatmin edemezken, Şampiyonlar Ligi için hiç de umut vermemektedir. Daha da acısı, bunu herkes görmesine rağmen, siz hala en iyi ben anlarım diyerek bu sorunu daha da kangren haline getirmektesiniz.

Gittiniz emekli bozması bir Carlos'u getirerek büyük bir sansasyon yarattınız, ama Carlos yüzünden yediğimiz goller, şut atma inadı yüzünden kaçırdığı frikikler bize koca bir şampiyonluğa mal oldu. Öte yandan, FB'nin sembol oyuncusu Tuncay'ı kayberek takımın belki de tek gerçek Fenerbahçeli özünü imha ettiniz. Bugün ortalama Türk takımlarına dahi diş geçiremeyen, pısırık bir futbol ile ortada kıvranan acı bir takım tablosu yarattınız. Bunun gibi örnekleri daha çok çoğaltabiliriz Sayın Başkan. Fenerbahçe'nin bugün vardığı noktada, her alanda sizin eseriniz yatmaktadır. Çok büyük katkılarınızın yanında çok ciddi hatalarınız artık dengeyi bozmuş durumdadır. En önemlisi, çok anladığınızı söylediğiniz günümüz çağdaş futbol yapısı, ne yazık ki sizin anlayışınızın çok dışındadır. Eğer tesisleşme gibi müteahhid yönünüz kadar futbol bilginiz olsaydı, bugün FB çokdan 20. şampiyonluğa oynuyor olurdu.

Bugün üzülerek görüyorum ki, bir köşe yazarının dediği gibi, "betondan anladığınız kadar futboldan anlasaydınız, FB çokdan Real Madrid klasmanında bir takım olurdu". Ama olmadı. Artık krediniz doldu ve ayrılma vakti geldi. Size yakışan, artık bu takımı daha ehil ellere bırakarak köşenize bir efsane başkan olarak çekilmektir. Eğer FB'yi gerçekten seviyorsanız, kendi egonuzu bir kenara bırakarak bu alanı terk edersiniz. O zaman siz de çok daha büyük olursunuz. Lütfen buna inanın. Bunu size, sizin yaptıklarınızı takdir eden bir taraftar olarak mantığımın sesiyle yazıyorum. Lütfen geç olmadan, testi daha fazla kırılıp, elimizde tuz buz olmadan yapınız.

saygılarımla,

CENK KIRAL

13 Eylül 2008 Cumartesi

Ne diim ki ben şimdi ???

Evettttt, bir maçımızı daha şöyle arkamıza yaslanamadan idrak etmiş olmanın haklı üzüntüsü ve hatta isyanı ile doluyuz.

Kızgınmıyım ? Vallahi hayır! Küfür ediyor muyum ? Vallahi hayır ! Ben demiştim demek mi istiyorum ? Vallahi hayır! Ne diyeyim, bilmiyorum...

Öyle bir maç oynandı ki, nerden başlasam... Kime sallasam...

Bu kadro yetmez biz şişeriz diye ilk maçta 11 yaşındaki çocuklar bile yorum yaptı. Hadi bırakalım ilk maçı, yedek stoperi Can Arat olan bir takım nasıl rahat nefes alır. Kafa topuna karete hareketi yapıp hamlesizliğine hamlesizlik katan bir Can...

Uğur Boral, ne oynadın ki çıkarken küfür ettin... Kime salladın... Sana kim sallasın. Ne yaptın ne ??? Bu takım tribünlere laf eden kaptanı bile taşıyamadı... Seni nasıl taşısın...

Carlos abi.. Sen nerdesin, kendini kaybedeceğine oyunu taşı. 

Orta saha ölmüş topa basamıyor. Top kaybı dağlarda taşlarda. Biz ileri adım adım gitmekteyiz. Tek biraz hareketli adamı da dışarı alıyoruz. Niye ? Kime ? Kazım için gazetelerin neden bu kadar gazına geliyoruz. O kumaşı görmüyoruz.
Maç yapmamış josico ilk 11 selçuk yedek... Neden aradaki vakitte hazırlık maçı yok ??? Maldonado ile josico çift ön libero ama bunu onlara kimse söylememiş.

G.Gönül, Fatih'in amelesi olacağına bu takımın amelesi ol... Emre sen nerdesin ???

Guzia, sen bu gidişle sıvacı olursun valla... Gerçi ona da çok kızamıyorum. Bu topla santrfor kim olsa kaç yazar

Kondisyon, gazoz ağacı...

Alex, bir tek sen, yine de sen...

Haaaa.... Bir de hakem... Ne değişmiş allah rızası için. Tekrar ve hep : bir takım kötü olabilir! Bu hakemin problemi değildir. Guiza topu zaten alamamış, bu hakemin derdi değil. Olmayan faulleri nasıl bu rahatlıkla rakip lehine verir. Yan hakemin önünde ve onun oyna dediği topa 20 m.den faul verir. Ofsayt der... Hele ki o penaltı ? Yorum yapmak bile iğrenç.

Volkan'a kızmıyorum. Hakeme ...tir lan diyen formalar içinde insanlar gezerken yukarıda allah var demek...

Allah belalarını verecek bir gün...

Fenerle kalın...