23 Kasım 2008 Pazar

Fenerbahçe ve Biz

Bir başkadır maç alemleri bizler için. Aslında maç işin bahanesidir, önemli olan bir araya gelmek, dostlukları yad etmek, zenginleştirmek. Bazen sorarlar ne diye bu kadar uzun zaman alır sizin maç muhabbetleriniz diye. Ben de derim ki, o muhabbetler hayatın kendisidir. Bizleri bizlerle buluşturan vesilelerdir. Hayatı ve kendimizi paylaşırız orada. Maç işin bahanesidir. Belki de Fenerbahçe'yi o yüzden çok severiz, çünkü onun sayesinde ne dostluklarımız olmuştur, her birisi bir ömre bedel. O dostluklardır bizi hayata bağlayan, bizi biz yapan. Belki de Fenerbahçe sevgisinin altında yatan dostluk sevgisidir. Birlikte gülmek, ağlamak, hayatı yaşamatır Fenerbahçe'li olmak. İşte yukarıda o maç kitlesinden üç mühim şaysiyet: Murat, Zeki ve Bekir.


Eğer alem hakikaten 3 günse, ve eğer dün geçmiş, yarın bilinmez, ve eğer yaşam dediğin bir gün, ve de o da bugünse eğer, o zaman bugün dostlarımızdır bizi biz yapan. Her büyük maç alemi öncesi yemekle başlar. Ufaktan mezelerle açılan rakı muhabbetleri, yaşamdan parçalar ve ölümsüz maç sohbetleri. Alex'in pasları, Volkan'ın yanlış çıkışları, Edu'nun kendi kalesine golleri, ve de mutlaka olmazsa olmaz, Cimbom'u yadediş. Sonra ilerleyen saatlerde gelir bir baba hindiler, cimboma bindiler, ondan indiler, ve yine ona bindiler. Bu arada masa donanır kebaplarla, kadehlerin biri dolar, biri boşalır. Yüz kere takım yapılır, bozulur. Ne transfer temennileri oluşur, kimisi haybeden, kimisi gönülden. Bu olay aslında bizlerle başladı, babalarımız bilmezler. İleride yürürmü bilemem, ama ben ben olduğum sürece gider. Maçın kendisi hakikaten bahanedir, bir vesiledir. Önemli olan dostluklar. İşte yanda Levent Acar ve ben, son 9 kasım'daki cimbom zaferinden önce, dumanaltı olmuş durumdayız robustoların eşliğinde. Her yemeğin bir anısı vardır, en az maçlar kadar bizlerle yaşayan. Mesela, bu yemekten sonra maç sırasında Zeki kardeşimizin midesinin isyan edip, onu stadın dışına atmasıdır hatıralarda kalan. Son golü bile görememiştir o yüzden. Ankara ekibi cefakardır, taa oralardan kalkar gelirler bir maç için. Sırf maç için değil tabii ki, ama maç işin bahanesidir, esas olan dostluklar. Ben neyleyim yemekler olmadan, dostları görmeden maçları.
Golleri ve zaferleri birlikte yaşadığımız tüm dostları, Fenerbahçe ekibinin üyelerini buradan muhabbetle anıyorum. Muhabbetimiz, dostluğumuz sonsuz olur inşallah şampiyonluklarımızla beraber. Şimdi hedef 29 kasımdaki BJK maçı öncesidir. Haber alındığı üzere, Ankara heyeti gelecektir, ve hatta kalacaktır Istanbul il sınırlarında. Zeki kardeşimiz ikinci bir mide vakkası yaşamaktan çekindiğinden yemeği pas geçmek, ya da başka yerde yapmak ister. Bence yemek işin tılsımıdır, uğurudur. Onu bozmak olmaz. Yine, yeniden buluşmak umuduyla sevgilerimi sunarım.

16 Kasım 2008 Pazar

Olmuyor yaaa...

15.11.12008'de çok keyifli bir maç seyrettik. Fenerbahçe - Ankaraspor maçı. Dirençli ve birbirine teslim olmayan iki takımın karşılaştığı, pas yüzdesinin yüksek ve kaliteli olduğu bir maç. 
Alex'in olmayışının gol pozisyonu üretmeyi ne kadar engellediğini gördüğümüz bir maç.

Maç içerisinde kalitenin yanı sıra sertlik de vardı. Karşılıklı hatalar da. Hakem hataları da. Bu hatalardan birinde Ankaraspor'un %1000 bir penaltısı güme gitti. Ve bu gün gazetelere bakıyoruz. Sizi bilmem ama ben tüm "keyifli olmak lazım" inancıma rağmen çıldırdım. Bu adamlara para kazandırdığımız için, bunların bu kadar rahat atabilmelerinden dolayı çıldırdım.

Pozisyon penaltı. Doğru. Ama bizim harcanan pozisyonlarımız ve bize yapılan haksızlıklar sonrasında "Fenerbahçe büyük takımsa bunları da yenecek arkadaş" diyenlerin onlarca pozisyon arasından ayıkladıklarına bakıp kızdım, üzüldüm.

 
 Anlı şanlı hakemlerimiz bizim lehimize yapılan büyük hataları her zamanki gibi çok iyi cımbızlamışlardı. LigTV'nin sonsuz katkılarıyla. Ben bir futbolsever olarak dahi penaltıydı derken... Tıpkı 3 sene önce Anelka'nın elle teması olmayan topu haftalarca tartıştıkları günler gibi. Tıpkı Melih Gümüşbıçak'ın " bu ortamda ne konuşağız ki" dediği günler gibi.  Tıpkı gs'nin iki maç üstüste elle attığı gollerle kazandığı puanları basit basit geçtikleri gibi. Evet, kol böreği tabirine kimse gülmesin. Anelka ile ilgili söylenenleri hatırlayın. Ne etik ne futbolculuk bırakılmıştı. 


Kusura kalmasın kimse, kızıyorum. Hakemler gene kötüydü. Tıpkı önceki haftalarda olduğu gibi. Ama neden bizden kimse de formal bir çıkış aramıyor. Uluslarası bir hakem getirip aynı tekniklerle maçın analizini yaptırtmıyor. 
Emre'ye yapılan iki hareket varki biri bence kırmızı kart. Birinde faul diğeri pas. Çok benzeri bir hareketin daha yumuşağında Selçuk sarı kart.  Rakip kalecinin Guiza'ya yaptığı bir hareket var. Offf offf dedirtiyor insana. 

Bu yılki moda bence Sarı formalılara vurmak serbest. O rakibin direniş habercisi. Guiza'yı yakapaça kontrol edin. Hatta korner atışlarında formaları tutun. Biz mücadelenin sarı formalılar kurtulmak için iterkenki anlarını göstereceğiz.

İnce işler bunlar ince... Bu işleri de çok güzel yapıyorlar. Daha da artar bence. Net hakem hataları ile ( kötü oynuyorsak kime ne... puan alabilmeyi hakem niye engellesin ) kaybedilen net 6 puan var. Bu arada net hatalar ile kazananlar da var. Hatta çoookkkk yakın geçmişte şampiyonluk kazanan ve bunu onurlu sayanlar var. 
Ben korkmaktan öte eminim ki şayet puanımız daha yüksek olsaydı ve hatta olduğunda lehimize yapılan hataların hem cımbızlanması hem de saldırılar artacak.

Onun için yönetimden, FBTV'den rica ediyorum. Hepimiz de edelim diyorum. Objektifliğinden kimsenin şüphe etmeyeceği bir hatta belki iki uluslararası hakemi her hafta belli maçların ve baştan sona analizinde kullanalım. Benzer teknolojileri kullanımlarına sunarak. Bize - onlara demeden ve hodri meydan diyelim...


Bu maçın artıları da vardı. Tüm duyulan sevgiye rağmen Semih gene ilginç bir şey yaptı. İlk 11 çıktı nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde sakatlandı ve çıkınca maç kurtuldu. Emre oyuna girdi hem orta saha rahatladı ve Jossico ile Selçuk oyuna hakimiyet kurdu hem kaliteli bir kumaş kavgaya ortak olup takımı da kavgaya davet etti. Fenerbahçe sert oyuna böylece karşılık verebilmeye başladı.

Semih bu işi daha önce de bir kaç kere yaptı. Hatta sedye ile çıkıp ertesi hafta yine ilk 11'de oynadı. Ya onu sahaya süreni ya doktorlar heyetini ya da Semih'i sorgulamak lazım. Allahtan çıktı da kurtardık demeden önce.

 
Emre kalitli ve o kaliteyi hırsla buluşturarak oynuyor isterse ve takım da ona uyarsa oynatıyor. Futbolda basit bir kaç kural var. Bunlardan biri de topu veren yerinde kalırsa baskıdan kaçamazsınız. Hareket edeceksiniz. Emre bunu yapıyor... O zaman takım da yapmaya başlıyor.

Devid takıma zeka veriyor. Onun gibi bir adam oyunu açmakta çok etkili ve Selçuk gibi oyuncuları rahatlattığı için futbolun artılarını da oynamalarını sağlıyor.



Dün akşam bir kere daha gördük ki futbol bir takım oyunu. Emre oyuna girdikten sonra orta saha rahatladı ve kanatları destekledi.  Devid kafası çalışan ve açan ikinci adam oldu. O zaman Carlos ve Gökhan ileri kaydı ( bir not : Uğur, bek Gökhan senden daha rahat gidiyor ileri... Kendini bu kadar hapsetme ) Orta sahaya güvenen iki stoper de iki kanat boşluğunu çok rahat destekledi. Basitçe bu oldu. İsterseniz Arsenal 5-2 ve Kayseri maçlarını bu gözle bir tekrar seyredin.


Aragones'in işi kolay değil ama o da bazı gerçekleri kabul etmeye başlıyor sanki. 
Türk takımları bize karşı son maçlarını oynar gibi oynuyor. 
Türk hakemleri bize karşı evimizde dahi büyük takım ve esahibi takım gibi davranmıyor. 
Türk futbolcusu fundamentali yüksek olan bir kitleyi tanımlamıyor.
Türk hakem yorumcuları en az hakemler kadar eyyamcı.
Basın bizim üzerimizden prim yaptığı için mantık ve tutarlılığı ikinci plana koyuyor.
Ve biz büyük bir takımız. Çok para karşılığı gelinen bir Özbek takımı değiliz.

Daha güzel olacak, daha keyifli olacağız.

Forza Fener


15 Kasım 2008 Cumartesi

Keyif katsayısı

Bazı şeyleri anlamak da anlatmak da zor.  Ya da anlasak da kabul etmek. Böyle günler galiba gene. İsyan etsek de çok birşey yapamadığımız. 

Etrafa bakıyorum. Herkes keyifsiz. Zaten geleceği çok düşünmemekle birlikte keyfi, hayatı yaşamayı seven bir millet değildik, iyice bozulduk son zamanlarda. En azından İstanbulu biliyorum. Öyle valla. Diğer yerleri de gazetler, yerel TV.ler ve konuştuğumuz arkadaşlarımızdan öğreniyoruz.

İşler zorlaştı, ödemeler uzadı, en büyük kuruluşlarda da işten çıkarmalar başladı. Üzücü, yorucu. Gelecek ne olacak diye herkes bir merak içinde. 

Diğer taraftan da keşmekeş devam ediyor. Ucu nereye varır bilinmez. Herkes kendi vurdumduymazlığında yaşıyor. Ulus olmayı bilemiyoruz, tam olduk derken onu da taruar ediyoruz.

Hala çalıyoruz, çırpıyoruz. Bizden olanı baş tacı yapıp, yaptıklarını da görmezden geliyoruz.

Trafikde ortalığı nasıl içinden çıkılmaz hale getiririz diye uğraşıyoruz. 8 mt daha fazla yok gitmek için bütün trafiğin içine ediyoruz. Görevliler her yerde olduğu gibi burda da çekilmiş ayak altından. Trafik polisi araki bulasın.

Birini niye çalıyorsun diye uyardığında hırsız bıçak çeker, vurur diye korkuyorsun. Trafikdeki korku bunu da geçti. Adamın yaptığı hırsızlıkla aynı, bir de silah çekiyor. Yollar iyice eziyet, hayvanlara herşey serbest.

Belediye bir şehircilik harikasına imza atıp yıllar önce şehrin heryerinden söktüğü TERCİHLİ YOLU şimdi metrobüs adı altında ve inanılmaz paralar harcayıp alt yapı yapmaksınız kakalıyor... Neden hafifraylı yapılmaz, sormuyoruz bile...Trafik iyice güzel oluyor. 

Ve tüm bu ortamda ben iyimser kalmaya çalışıyorum. İşini iyi yapmaya çalışan herkes gibi. Ve gerçekten iyimser kalmaya çalışıyorum. Yokuşlar biter, insanlar kendine gelirse koşarak yukarı da çıkar. Çıkmak için inmek lazım belki de.

Bu iyimserliği de süslemek istiyorum. Arkadaşlarımla, işimle, yaptıklarımla ve sarı lacıvert renklerle. Onlara çok ihtiyacım var galiba. Bir güzellik sunmaları için. 

Keyif katsayım için size ihtiyacım var. Sarı ve laciverti güzel kılmak için. Tüm bu karanlıktaki sahte olmayan, sahtekar olmayan tek ve gerçek Feneri görmek için...

Aydınlat... Forza Fener

9 Kasım 2008 Pazar

Gene Bir Cincon maçııııı

Dünkü yazımın üzerine yazınca daha bir güzel ve keyifli oldu... Ben demiştim demeyi sevdiğim anlardan biri... İGS 20. dakikadan sonra çok yorulacak ve teslim olacak dediğimi de eklemem lazım...

Teknik analizi, onu, bunu sallayın şimdi. Kim iyiydi, kim kötüydüye de girmeyelim... Tek not Guiza'ya... Alooooooo... Çakma Guiza'mısın, kardeşi ya da akrabasımısın... Y-E-T-E-R

Bizim farklı yaptığımız temel şey yardımlaşmak ve koşmaktı. Kazandık zaten bunları yapınca.
Selçuk ve Joshico... Merciiiiiiiii

Hakem'e iki çift laf. Körmüsün, bakar görmez misin ?

ÖZET : Maç öncesi 35 kişi çocuklar gibi şendik. Köşebaşında güldük eğlendik. Maç bitti biz hala şeniz. Ankaralı arkadaşlara sevgi, selam, hürmet.

Yine de, her zaman, sarı lacivert ve FENERLE kalın...

8 Kasım 2008 Cumartesi

09.11.2008

Aylardan yine kasım. Yine bir İGS derbisi ve yine Kadıköydeyiz. Yine değişik duygular. Bir taraftan değişik bir rahatlık, alışagelmişlik belki de...

Yarın gene maç öncesi bir araya geleceğiz. Yiyip, içip eski maçlardan bahsedeceğiz. Yaşlanmışız artık, bizde de bayağı hatıra var. Bayağı maç var konuşulacak. Hatıra çok. Alkol keyif verecek, bir ihtimal diyeceğiz gene. Ama çoğumuzun içi rahat olmayacak.

İGS'ye yenilme korkusu değil bu vallahi. En azından benimkisi. Keyifsizlik bu... Sadece bu günden değil, gelecekten de endişe etme. Takıma güvenirken, teknik direktöre güvenirken endişe duyma.

Teknik analizi derinleştirecek halim de yok işin acısı. Alex yok. Büyük golcu ve Alex kopyası Semih ve diğer büyük golcü Guiza'ya güvenemiyorum. Sağ kanat, sol kanat, iç - dış... Kale ve hele ki hele hakem... Hiç güvenemiyorum.

Ama yine de, her şeye rağmn içimden bir ses diyor ve inanıyorki :

Maç üç ihtimalli... Zor yeneriz, kolay yeneriz, farklı yeneriz...

Niye : FENERBAHÇELİ UKALALIĞI :))) Temenni... İnanç...

Fenerle Kalın