29 Mayıs 2007 Salı

FENERBAHÇE BÜYÜKLÜĞÜ

Fenerbahçe büyüklüğü,
Ne Şampiyonluk büyüklüğüdür,
Ne kupa büyüklüğü,
Onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte,
Adı Konamaz.....
İSLAM ÇUPİ

26 Mayıs akşamından görüntüler



Maçın sonrasındaki kutlamalarda yandaki gibi muazzam görüntüler oluştu.


Özellikle kupanın sahanın ortasında kaldırılışı anındaki görkem muhteşemdi.


Her taraftan fışkıran alevler, sarı lacivert pullar, balonlar, ve muhteşem bir atmosfer. Maç sonrasında 100.yıl Komitesi Başkanı Ender Alkaya'ya rastladım. Söylediğine göre, 9 Haziran'da planladıkları gösterilerin yanında cumartesi akşamı yapılanlar hiçbir şey sayılırmış. Avrupa'nın bu alanda oldukça tanınan bir firmasına yaptırılacak olan şov için oldukça iddialı konuştu. Ender bey'i yıllardır tanırım, ve hiçbir zaman abartılı şeyler söylediğine rastlamadım. Eğer böyle olacaksa, herkesin 9 Haziran akşamı tribünlerde yerini alması lazım.

26 Mayıs 2007

26 Mayıs günü işte böyle başladı.....Ankara tayfasının Istanbul il sınırlarına girmesiyle beraber yoğun bir telefon trafiği, ve hemen akabinde kendimizi Dalyan'daki Köşebaşına attık.

Fotoğrafta çetenin değerli üyeleri gözükmektedir. Soldan sağa tatlıcılar kralı Mahir Tuğutlu bey, finans camiasının önde gelen duayenlerinden Zeki Sözen beyefendi, Ankara eşrafının önde gelen mütahitlerinden paşazade Levent Acar, ve bendeniz Cenk Kıral şampiyonluğun rehavetiyle gevşemiş bir şekilde olayın tadını çıkarırken, ön planda rakılarımızla beraber resmedilmektedir.




Günün ilerleyen saatlerinde aramıza katılan Türk turizminin medarı iftiharı ve otelciler kralı olarak anılan Yavuz bey (masanın sağ başındaki beyaz mintanlı efsane) ve madeni yağ endüstrisinin feriştahlarından Murat Mesci beyefendi (masanın sağ cemahında garsonun eliyle ağzı kapalı halde resmedilen muhterem zat) masamıza muhabbet derinliği katmışlardır. Ayrıca, Mahir bey'in değerli ağabeysi Tahir bey de günün kayda geçen diğer önemli şahsiyeti olarak masamızı şereflendirmişlerdir. Bol mezeli, rakılı ve kebaplı muhabbetle şenlenen masa, hararetli sezon yorumları yapmış, neşeli şarkı ve türkülerle ezeli rakiplerimizin kulağını çınlattıktan sonra tatlılar lüpledilerek Köşebaşı'nın bizlere ihsan ettiği servis aracılığı ile stada doğru seyrolunmuştur.



Stada vardığımızda ise ortalık resmen ana baba günüydü. Herkes şampiyonluk kutlamalarında yer almak için oradaydı. Aslında bir çok kişi de eski oyuncuların kendi aralarında yapacağı maçı merak ediyordu. Hemen stada girdik, ve eski coşkularımızı bize yaşatan yıldızların maçını seyretmeye başladık. Kimler yoktu ki? Şeytan Rıdvan, Cemil Turan, Selçuk Yula, ve daha niceleri top koşturuyordu. Hatta Zico bile takımdaydı. Benim gözüm çocukluğumun efsane adamı Cemil'e takıldı. O yaşına rağmen hala o esfane ayaklardaki maharet duruyordu. Bir kaç müthiş pas attı gözlerimizin pasını aldı. Rıdvan'a her top gelişinde sanki lig maçı oynanıyormuş gibi tribünlerdeki o eski heyecan fırtınası başladı. En matrağı da, Rıdvan'ın düşürülmesini es geçen hakeme (ki o da unutulmaz isimlerden Bülent Yavuz'un ta kendisiydi) "Ulusoy istifa" tezahüratı oldu. Şahane bir görsel festivalden sonra takım sahaya çıktı. Esas espri oradaydı. Ellerinde "SUYUNUZU BOŞA HARCAMAYIN" pankartı vardı. Geçen hafta Galatasaray tribünlerindeki vahşete ancak bu kadar tatlı bir dokundurma olurdu. Tribünlerdeki geçen haftanın saçmalıklarına yönelik pankartlar da çok güzeldi: "SU KÜÇÜĞÜN SÖZ BÜYÜĞÜN", NAAPTIK, NAAPTIK, TAŞIMA SUYLA ŞAMPİYON OLDUK".



Sonuçta Şükrü Saraçoğlu'nda 17.şampiyonluğumuzu kutladık. Uzun yıllardır seyrettiğim en görkemli kutlama oldu. Uzun zamandır stresten uzak, sadece şampiyonluğumuzu yaşadığımız bir maç izledim.

Kaptan Ümit için yapılanlar, kupanın alınışı, seyircinin çocuksu coşkusu ve daha bir çok yönüyle geçen cumartesi gecesi çok hoştu.

Daha sonra, Ankara ekibiyle beraber Bağdat caddesindeki kutlamalara aktık. Şenlik filan güzel de, artık sanırım bu cadde kutlamalarına da bir düzen lazım, çünkü bu haliyle beni bile ürkütmeye başladı. Tam bir mahşer yeriydi cadde. Elinde her tür cihazı olan oradaydı. Meşaleler yüzünden bazen nefes alınamaz hale gelmişti, ve alkol sınırını aşan bazıları da işi artık grup kavgasına çevirmişti. O yüzden işin o kısmını çok uzun tutamadık, zaten acaip de yorulmuştuk.

Herşeye rağmen, 17.şampiyonluk hepimize 100.yılda ilaç gibi geldi. Umarım daha niceleri devam eder.

24 Mayıs 2007 Perşembe

Ankara'dan Merhaba

Sevgili Fenerbahçe'li kardeşlerim başlıkta da belirtiğim gibi bu oluşumun Ankara üyesiyim ve düşüncelerimi sizlerle burada bir Ankara'lı gözü ile paylaşmaya çalışacağım.Kısaca geçen sezonun bir değerlendirmesini yaparsak son haftalarda biraz umutsuzluğu kapılır olmuş gibi olsakta yine de sonuna kadar hak edilmiş bir şampiyonluğu, hem de 100. yılımızda kazandık.Murat kardeşimin de dediği gibi geçen seneki Denizli sendromunun daha birinci senesi dolmadan şampiyonluk ünvanını tekrar ele geçirmiş olmamız da bu başarının önemini arttırıyor.Dileğim bu güzel şampiyonluğun önümüzdeki sezon tekrarlanması.(İnşallah amin)
Bu arada Cenk kardeşimizi de unutmaylım, kendisine teşekkür ediyoruz böyle bir oluşumu hazırlayıp, bizleri burada buluşturduğu için.
Cumartesi İstanbul'da görüşmek üzere,herkese sevgiler...Levent Acar

21 Mayıs 2007 Pazartesi

APTALLIK VE ÖTESİ

19 Mayıs gecesini düşünürken Aziz Nesin'i anmadan edemedim. Hani o meşhur bir lafı vardı "Türk milletinin % bilmem ne kadarı aptaldır" demişti. Yüzde kaçtı hatırlayamadım, ama %50'nin üzeri olduğu kesindi.

Şimdi olaylara bir de şöyle bakalım:

  1. Galatasaray ligi kupasız ve şampiyonlar ligine katılamadan, tam bir kaos içinde bitirecekken ayağına inanılmaz bir fırsat geliyor. FB şampiyon olarak sahasına gelecek. Tam da o günlerde İngiltere'deki Manchester United'ın şampiyonluğunda Chelsea'li oyuncuların centilmenlik göstergesi adına MU'lı oyuncuları alkışlı karşılaması oluyor, ve herkes acaba GS'da FB'li futbolculara bunu yaparmı diye bir beklenti oluşuyor. GS'lı yönetimin tüm bu ortamda yapacağı iş çok basit. Tüm haftayı şampiyonluğun rehaveti içinde dansöz eğlenceleri ile geçiren FB'lileri basit bir centilmenlikle ağırlayıp, sonrasına sıkı bir gol yağmuruna tutsalar, sonunda tüm sezonu kahraman gibi kapatıp, FB'nin şampiyonluğunu geride bırakan bir hava yakalayacaklar. Hatta, bu hava ile taraftarları ile aralarındaki sorunları bile aşabilirler. Mantıklı düşüncenin başka bir ürünü olamaz, çünkü zaten lig bitiyor. Yani, bunu yapmaları için top onların elinde. Yapsalar sanki GS şampiyon olmuş gibi bir ortam oluşacak.
  2. Beklentinin tam tersine, acaip bir vurdumduymazlık ve intihar sendromu örneği ile ortamı daha da gererek, stadı tam bir cinnet tarlasına dönüştürüyorlar.
  3. Olayları yine tekrar etmeye gerek yok. Onlar azıyor, kuduruyor, ve ama FB'liler gayet sakin şekilde golleri atıyor.
  4. Ortalık ana baba günü, rezalet bir ortam ve gelinen yerde GS camiası çöktüntünün en derinlerine gark oluyor. Gelecek cezalar bir yana, Vodafon ile 4 milyon dolarlık anlaşma suya düşüyor, tüm kredileri yerin dibine geçiyor, memleket içinde ve dışında rezil rüsva oluyorlar cümle aleme.
  5. Bu da yetmiyor, kalkıyorlar, maç sonunda sanki hiç bir şey olmamış da, sanki tek sorun FB'nin sahaya bayrak dikmesi kalmış gibi gidip orta sahada toplu nöbete dalıyorlar.
  6. Öte yandan, taraftar sitelerinde "iyi oldu, iyi ki yaptık, helal olsun bize" edebiyatı boy boy yazılıyor.
  7. Öte yandan, tüm sezon boyu kendi taraftarından bile olumlu yorum alamayan FB'li oyuncular ve teknik kadro bu maç sayesinde "hak edilen şampiyonluk" statüsüne geçiyor.

Acep yöneticik ne tür bir iş olsa gerek? Ortadaki durumu kendi lehine çevirecek en büyük şansı ayağana kadar gelmişken bunu idrak edemeyen bir kafa acaba Aziz Nesin'i haklı çıkarmıyormu?


Bırakın GS gibi bir takımın yöneticiliği yapmayı, acep siz bu adamları kendi şirketinizde ofis boy yaparmıydınız?

Üzüntüm, bu milletin içinden yetişmiş, ve sözüm ona en üst seviyelere gelmiş bu "seçkin" insanların içinde bulunduğu ruh ve düşünce halidir. Her Fenerli GS'ın düştüğü kötü durumdan, tıpkı onların da FB'nin düştüğü kötü durumdan alacağı gibi, özel zevk alır. Bunun tersini düşünmek saflıktır. Ama, açıkçası ben bu kadar aptalca bir duruma düşeceklerine hakikaten inanmıyordum. Yani, belki futbolcular belli ölçülerde hırslı olabilirlerdi, ama yöneticilerin bu kadar akıl yoksunu olacaklarını tahmin etmiyordum. Ve artık bu durum beni sevindirmiyor, tam tersi üzüyor, çünkü aptal bir rakibi yenmek beni mutlu etmiyor.

Peki ya Emniyet Müdürüne ne demeli? Cümle alem tv kameralarına bile açık açık maçı sabote edeceklerini ayan beyan söylerken, ortalık o hale gelmişken Istanbul'un güvenliğinden sorumlu en üst makamın stadın en güzel koltuklarında sanki bir belgesel seyreder gibi (bazıları ona kabaca "mal gibi bakar" türünden yakışıksız laflar ediyor) olayları tepkisiz olarak izlemesi hangi ülkede görülmüştür ey ahali? Lütfen görüntülere bir kez daha bakın. Sayın Cerrah sanki davetli gittiği bir ülkenin maçında başkalarının yarattığı olayları seyreder gibiydi. Acaba bir rüya filan mı gördüğünü zannediyordu? "Yok canım, bunlar benim ülkemde, benim Emniyet Müdürü olduğum ülkede olmaz" gibi bir rüya yorumu yapıyordu o muhteşem kaytan bıyıklarının 5 parmak yukarısında duran kafasında. Hani kalksa arkaya gidip, kurmayları ile konuşmayı denese, bir şeyler yapar gibi görünse yine bir şey demeyeceğim, ama muhterem onu da yapmıyor.

19 Mayıs akşamı Ali Sami'yende olanlar baştan sonra kurulmuş bir oyunun parçaları idi. Hepsi tamamında bütünleşik bir kurgu olamaz, çünkü biz millet olarak bu kadar düzenli bir sistemi yaratacak seviyede organize olmayı beceremeyen bir milletiz. Ama, her biri ufak parçalar halinde planlandığı belliydi. Belli taraftar kitleleri bazı düzenleri sağladı. Flamaları asma bahanesiyle içeri su ve meşale soktular, bazıları belki de içeride görev yapacak büfecileri ayarladı, ki onlar da mutluydu zira bir şise suyun 5 YTL'den satıldığını öğrendik. O geceden en karlı çıkanların büfeciler olduğu kesindi. Başkanı meçhule sığınmış yönetim üyeleri ise çok afilli olacağını düşündükleri "protestolu" gösterileri planladıklarını düşünerek camiaya ne kadar hayırlı bir iş yapacakları hayaliyle avunurken tüm olaylar patladı. Dikkat edin lütfen, hiç bir GS'lı yönetici olaylar karşısında şaşırmadı, infiale uğramadı, olayları durdurmaya yeltenmedi.

Öte yandan, sapına kadar camiadan yetişen nadide oyunculardan Sabri maç durduğunda tribünler önünde kareorafisini kimsenin çözemediği hareketleri yaparken herhalde müthiş bir huşu içindeydi. Sonrasında da maç bittiğinde orta saha nöbetini tutan oyuncuların yüzlerindeki gurur ifadesini anlatmaya kelimeler yetmez, yaşamak lazım.

Şimdi gel de Aziz Nesin'i anma be kardeşim. Adam eğri oturmuş ama harbi düşünmüş, pat diye gerçeğimizi ortaya sermiş. Ben bu adamların bulunduğu ülkeyi sevmiyorum. Bunlarla beni aynı kefede tartan sistemi lanetliyorum. Hele hele bunların bizleri yönetmesini ise hiç kaldıramıyorum.

Yokmu şu alemde Aziz Nesin'i haksız çıkaracak bir babayiğit kardeşim? merakla bekliyorum.

Rezillikler ve Gurur

Bir çoklarımız gibi maçı ben de televizyondan seyrettim. Hangi maç mı ? Aslında doğru bir soru! 19 Mayıs akşamı Gs ile oynanılan maç değildi. Bir rezillikti ve rezillerin son perdesiydi. Arenanın bir asaleti vardır sanırım, hiç görmedim ama bu gerçekten rezillikti ve bunu gördüm.
Bu yapılanları değerlendirirken bazı arkadaşlarımızın objektif davranmak (!) adına illa iğneyi kendimize batırma çabalarını da hayretle karşılıyorum.
Bu olanları "benzerleri her yerde oluyor" ya da illa "İnönü ve Şükrü Saraçoğlu da benzeri görüntüleri hafif de olsa yaşadı" cümleleri ile tanımlamaya çalışmanın anlamı ne ? Bunlar daha önce hiç bir yerde olmadı ve herkesin başka hiç bir yerde olmaması için elinden geleni yapması lazım.
Asla gündemden düşürülmesine müsade etmemeliyiz. Dün spor programlarına baktım uzun bir aradan sonra. Timsah gözyaşlarını gördüm. Polisi suçlayanları gördüm. Beyler Manisa'da taraftarlarımız polis tarafından dövülürken nerdeydiniz. Mondragon'un kulağının yanına atılan torpil sonrası yapılan yorumlar, Fener ödüllendirildi diyenler nerdeydiniz ?
19 Mayıs akşamı Türk futbol tarihine kara bir leke olarak geçti. Anelka'nın faulu ile attığımız golünden sonra "artık sporun nesini konuşacağız" diyen Melih Gümüşbıçak; her radyo programında sözü bizim yöneticilerimize getirip ortamı germemek lazım deyip germek adına tarafsızlık kisvesi ile elinden geleni yapan, Demirören ve Polat'ın açıklamalarını hoş ve sevimli bulduğunu söyleyen Mehmet Ayhan; neredeydiniz ? Mehmet Ayan kimseyi konuşturmadı bile... Bunların olacağını sağır sultan duymuştu ama o bir hafta alkış tartıştırtı... Ne alkışı beyler biz oradan sağ çıktığımıza sevindik. Ya Ali Koç için her türlü terbiyesizlik suçlamasını yapanlar, GS bizden resmi bir özür diledi mi ?
Ama arkadaşlar hepsi bir tarafa ben gurur duydum. Hiç bir şekilde kavga ve tartışma ortamına girmeyen, o terbiyesizlik ve tehlike yağmurunun altında dimdik yürüyen sporcularımızla gurur duydum. Gerets'in açıklamaları ile gurur duydum. O açıklamalar geçen sene nasıl şampiyon olduklarını da anlatıyordu aslında. Demirören bu yıl çok başarılıyız diyor... Mademki bu kadro sizden bu gün iyi, geçen sene de iyiydi. Nasıl şampiyonluğumuz elimizden alındı ???
Yine de boşveriyorum çünkü gurur doluyum. Ben o ortamda dahi futbol adına yapılması gerekenleri yapan; rehavet içindeler, çimleri yolarak yeneceğiz denilen bir takımın taraftarıyım. Onlar iş bittikten sonra ve yaptıları tüm rezilliklerin utancıyla yaşamak zorunluluğuyla santralarını bekleyen bir takımın taraftarları. Siz o santrayı beklemeye devam edin, anılarınızdaki Avrupa başarıları ile yaşayın. Kimse hatırlamıyor doğu bloku ülkelerinin takımları gibi seçilmiş ve desteklenerek neler yapıldığını size(!) Biz kendi gücümüzle gidiyoruz. Tutun bakalım hep birlikte... Siz o santrayı bayrak dikilmesin diye beklerken ( demekki o da ayıp bir şey, engel olmaya çalıştıklarına göre ) bayrak dikildi çoktan dikileceği yere... Everestin zirvesine...

Ben gurur doluyum, onur doluyum... Her biri tunçtan bir abide gibi olan futbolcuları ve tüm sporcuları ile bu takımın... Tüm branşlarda mücadele ederken ve başarıya koşarken küme düşenlerin başarısızlıkları ile değil kendi başarılarımızla mutluyum.

Rezilliklerin Tekrarının olmaması için önerimi ? Bundan sonra demeyip bu maçtan itibaren en ağır cezaları verelim. 4 - 5 maç gibi bir ceza çıkarsa kimse başka bir takıma daha fazlasını veremez ve örneğin Beşiktaş Bursa'dan çıkamaz. Anadolu'da neler olur hep beraber düşünelim. Onun için bundan sonra demeyelim ve bundan itibaren diyelim.
Yeter mi ? Yetmez! Yapanlar belli, kameralar herşeyi çekmiş. Yasalar da yeterli... Uygulayalım. Her kim ki sporun yapılmasını ve seyredilmesini engelliyorsa adli cezaları uygulayalım. Bir de araştıralım ama... İçki paralarını ve bilet paralarını kim ödedi. Onları da bu ceza kapsamına alalım. İşte burada klüp farkı kalmaz. Her kimse bedelini ödesin.

Geçmişteki kolkola gidilen maçları unutalım artık, geçmişi yakalamaya çalışırken bugünü kaybediyoruz. Bu günü katledenleri cezalandıralım. Ve Şükrü Saraçoğlu'nda her takım maç yapmanın keyfini yaşasın.

MERHABA

SEVGİLİ FENERBAHÇELİ DOSTLARIM ,
GEÇEN YIL 14 MAYIS GÜNÜ DENİZLİ'DE YAŞANAN SENDROMDAN SONRA YILMADAN BAŞIMIZI ÖNE EĞMEDEN TAKIMIMIZA MADDİ MANEVİ TÜM DESTEĞİMİZİ VERDİK VE 100.NCÜ YILIMIZDA ÇOK ANLAMLI BİR ŞAMPİYONLUĞA TAKDİRİ İLAHİDİR Kİ 13 MAYIS GÜNÜ ULAŞTIK. BU SATIRLARDA GEREK KENDİ ARAMIZDA GEREKSE EZELİ VE EBEDİ DOSTLARIMIZLA DÜZGÜN,SEVİYELİ, YAPICI, MUZİP VE ŞIK SOHBETLERİ GEREK FUTBOLUN GEREKSE HAYATIN HER ALANINDA PAYLAŞACAĞIMIZI UMUYORUM.
SEVGİLERİMLE.
MURAT MESCİ

19 Mayıs 2007 Cumartesi

Cinnet Çıtası

Bunu yazarken saatler gece yarısını geçtiği için, olaydan dün geceki maç diye bahsetmem lazım.

Dün gece bir GS zaferi daha yaşadık, ama bence önemli olan bizim bir maç daha kazanmamızdan öte, gecenin bende bıraktığı nahoş tad oldu. Tabii ki her Fenerbahçe'li için GS'yı GS'ın mabedinde yenmek, hatta yenerken de onların ifrit olmasını seyretmek ayrı bir zevktir. Ona diyecek hiç bir şey yok. Ancak, dün geceki maç artık sözüm ona spor diye adlandırılan şeyin ne kadar çivisinin çıktığının resmidir.

Yani, böyle mi olmalıydı? Bir şampiyon böyle mi karşılanmalıydı? Sahada futbol oynanırken böyle mi taşkınlık olmalıydı? Dünya derbi kategorisinde bile yeri olan bir maç böyle mi kepaze edilmeliydi?

Maçı dostlarımla ve diğer bir sürü FB'lilerle beraber son haftaların uğurlu mekanı Maçkolik'te seyrettik. Gollere çılgınlar gibi sevindik, coştuk filan, ama maçın sonunda gerçekten de bir spor olayından ziyade toplumsal bir hadise yaşamanın infialine tanık olduk. Bir cinnet gecesi gibiydi. Hadi o çok öykündükleri centilmen ve Avrupai olmayı beceremediler, bizi alkışlamadılar. Orası dert değil. Ama, bir oyuncunun korner atmasına dahi yüzlerce su şisesi, koltuk parçaları ve taş fırlatarak tepki gösteren cinnet hali neydi? Bir kere olsa belki tahrik oldular filan deriz de, olay neredeyse her taç çizgisine inen FB'li futbolcuya, sahanın her yerinden atılanlar halinde olunca bunun adı dünyanın her yerinde toplumsal cinnet diye anılır.

Dün gece eğer sahada ciddi olarak yaralanan futbolcu olmadıysa bunun adı da mucizedir. Başka bir şey denemez buna. Daha da vahimi de o dur ki, çekiçle bile kırılması güç olan sert plastikten koltukları çivilerinden söktükleri yetmiyormuş gibi, nasıl bir el kuvvetiyle kırmayı becerip, keskin tarafından sahaya atarlar onu hiç anlamam. Bu nasıl bir cinnet halidir ey ahali, bilen varmıdır?

Ben 1970'lerin başlarından beri maça gider, maçları izlerim daha böylesine tanık olmadım. Daha da vahimi, maçı Istanbul Emniyet Müdür bizzat stadta izlerken, onun bulunduğu mekanda binlerce kişi galeyana geliyor, ve muhteram zat zahmet edip de yerinden kalkıp olaya el koyamıyor. Ve bu durum da dakikalarca devam ediyor. Bu adam ne iş yapar, orada ne diye dikilir durur bir anlayan varmıdır ey ahali?

Kim ne derse desin, dün gece herkes naklen bir toplumsal cinnet seyretti. Hani ellerinde olsa sahaya inip futbolcuları bile lime lime edecek kadar arsızlaşmış, gözleri dönmüş bir insanlık hali izledik.

Artık bu işin çivisinin çıktığının son belgesi dün gecedir. Ve buna birisinin dur demesi lazım. Ben böyle bir haldeki maçın galibiyetine sevinmeyi istemiyorum. Benim için GS'yı yenmek büyük bir zevk. Onları kaosa itmek güzel bir keyif. Ama, dün geceki hali yaşamak artık insanlığımızın geldiği yer adına utanılacak bir durum. Ve artık bu "geçen defa onlar bize yaptı, şimdi de biz onlara" muhabettine birisinin dur demesi lazım.

Dün gece maça gelmeden önce "acaba" dedim, "acaba bu defa olayı medeni ölçülerde alabilirlermi?" dedim, ama daha ekrandaki ilk görüntülerden olmayacağını anladım. Bu gidişatın sonu hiç de hayra doğru yelken açmadığı ortada. Şimdi top bizde. Bizim bir sonraki maçta gönlüm onları çiçeklerle karşılamayı arzuluyor, ama mantığım da diyor ki "imkanı yok olamaz".

Dün gecenin tek skoru vardı: o da GS'ın gerçek kimliğinin ortaya çıkışıdır. Olay budur!!!! Kimse anlatamaz artık bana onların farklı olduklarını. Ha evet, farklılar çünkü kimse bu ölçüye ulaşmamıştı. Şimdi cinnet çıtasını acaip yükselttiler. Bakalım geçen olacakmı? Bu gidişle çok uzun sürmeden gelir daha da yükselten.

Dün gece su şişeleri ve koltuk parçalarını iki oğluma anlamadım. Onlar saf şekilde hala formalara ve topa bakmaya çalıştılar. Naif beyinlerinde su şişelerinin ve koltuların yeri başka yerlerdeydi. O şişeleri ve koltukları FB ve GS formları adamların arasında görmeyi kafalarında bir yere oturtamadılar. Ağızlarından salyaları akarak hakeme ve FB'lilere saldıran Sabri'yi anlayamadılar. Korkum o dur ki, anlayacakları yaşa geldiklerinde kim bilir o stadlarda başka ne maddeler atılacak. Belki o zaman da onlar bize anlatırlar ne hale geldiğimizi.

Geçmişle hesaplaşmak

Geçmişle ilgili o kadar çok şey söyleyip, o kadar çok hayıflanıyoruz ki geleceği hayal etme şansımız elimizden alınıyor diye düşünüyorum bazen. Hayal edemediğimiz için de geleceği şekillendirmek yerine günü kurtarmaya çalışıyoruz. Öylesine odaklanıyoruz ki günü kurtarmaya kopuveriyoruz gerçeklerden ve her ne pahasına olursa olsun bir çözüm yaratma adına hırçınlaşıyoruz ya da köy kurnazlıkları ile çoşuyoruz o anın çözümleriyle.
Vade kavramı bile bizim için çok farklı. Hafta sonları arasında yaşıyoruz neredeyse. Orta vade bir sonraki tatil, uzun vade çok uzaklarda.
Plan, program, porje, koordinasyon gibi kelimelerin hiç biri yok bizim dilimizde. Aşkı, sevgiyi, sevgiliyi anlatan çok kelime var ama. Uluslar plan, programla yürürken biz gönül adamı olmuşuz nedense. Savaşçı denmiş sonrada ama gönlün kopuşu aslında bence savaşçılığımız ve zaman zaman kindarlığımız.
Geçmişle dönüp hesaplaşabilsek belki de yad etmek yerine daha bir sağlam bakacağız geleceğimize, daha planlı...
Bu gün 19.05.2007 ve Galatasarayla bir maçımız var. Her cepheden söylemler ve eylem önerileri geliyor. "Ultralar diyor ki sezonluk dahi kapatsalar sahayı, dar edeceğiz fenere", fenerli olduğu iddi edilen (!) medya da "gs.li futbolcular feneri alkışlasın" derdinde. Bu bile gelecek bakışımızın olmayıp, gönül adamlığının bir göstergesi değil mi ?
Bazılarının anlattığı gibi maçlara kol kola gidilen günleri hatırlamıyorum ben çok uzaklarda yarı yarıya olan tribünler belki. Gece bilet kuyruğunda sabahlamalar... Ancak gs.nin avrupa maçlarına sevindiğim, golleriyle havaya zıpladığım günleri hatırlıyorum. Ve katılmıyorum lig tv radyoda tarafsızlık kisvesi altında hangi çıkar ilişkisi sonucu bilemediğim ama her fırsatta yönetimimize laf eden Mehmet Ayan'a. Biz büyüdük diye kirlenmedi dünya. Kirlettiler o dünyayı büyük diye geçinenler. Kavgacı diyince öyle usta getirdiler ki ta Ali Şen'den beri bizi gündeme ve unutuluverdiler kendileri fenerli diye lanse edilen medyanın da çabaları ile.
Benim gs sevgisizliğim "bizi sevmiyen ölsün" diyen bir başkanla başladı. 13 - 14 sene şampiyon olamayan takımların planlı çalışmaları sonrasında biz gönül adamlığı yaparken "bizim avrupa başarısını niye kutluyorlar, bu başarı Türkiye'nin değil, bizim" diyenlerle öldü ve Hınval Uluç gibi toplumu aydınlatmakla görevli bir gazeteci anıtlaştırdı bu sevgisizliği.
Küfür edilmeyen bir statdta ve ulaşılamaz denilen bir hayal yaratılmışken başkanımız küfürden şikayet ettiğinde "bana hiç küfür edilmiyor" diyen ve fair play ruhunun abidesi gösterilen bir başkan yüceltti bu sevgisizliği.
Biz geçmişte bize yapılanları göz önüne sermeye kalktığımızda medya ya bizi eski defterleri karıştırmakla suçladı ya da dünü bırakalım mesajları verdi daha da kötüsü siz ak kaşıkmısınız dedi. Mahkemelik olduğu klüpler birliği başkanı sıfatıyla "bakın bunlar nasıl kollanıyor" sunumları yaparken bu fair başkan alkışlandı ve MHK başkanları özür diledi rakiplerden. Biz konuştuğumuzda "ağlamak ve hırçınlıkla" suçlandık.
Ama bir gerçek var ortada arkadaşlar, biz tüm gönlümüz ve gönül adamlığımız ve maalesef haklılığımızla isyan ederken planlı - programlı çalıştı onlar. Bir İslam Çupi de yok ki artık sadece sevgisi ve aklı ile yazsın, yol göstersin. Bembeyaz sayfada kalbinden akıttığı harflerle bize aklın yolunu açsın aslında.
Onun için bu sefer aklımızla davranalım. Bir plan yapalım ve tüm spor kamuoyunu - medyayı önce geçmişle bir hesaplaştıralım. Geçmişiyle hesaplaşmayan toplumların geleceği olmuyor. Biz büyüdüğümüz için bu dünyanın kirlendiğine inanları da dünyayı kirletenlerin ödediği bar - meyhane faturaları ve bedelsiz biletlerle başbaşa bırakalım.
Ben Feneri koşulsuz ve karşılıksız severek doğdum diye düşünenlerdenim. Belki haddim değil ama bu sevgiyi bende damarlarımda, kan beynimde hücre haline getiren İslam Çupi'ye bir iki satırla bitirmek istiyorum bu yazıyı...
Bu yıl Fenerbahçe bir denizin güzelliği gibiydi İslam bey. Dalgaların belli olmadığı ne zaman geleceği, bazen içine battı onların ama biz her seferinde çıkardık. Rotasından şaştı bazen, dümeni kilitlendi hatta ama biz her seferinde düzelltik. Ve o kadar çok ahtopat saldırdı ki tüm kolları kopartırken çok yorulduk. Ama şimdi bahçedeki fenerde keyifle senin de şerefine kadeh kaldırıyoruz...

Saygıyla ve rahmetle

17 Mayıs 2007 Perşembe

Ruhsal Engelli

Ben X kuşagi gençlerindenim, yani 80 dönemi çocuklarindan, kimine göre toplumsal engelli, kimine göre de kayip kuşak. Kesinlikle dogruluk paylari olabilir. Ama her ne olursa olsun bilinç düzeyi olarak kirintilari olan bir dönemden geliyorum.

Bizim zamanimizda toplum baskisi; ayip, günah, dikkat et.. gibi terimler vardi ve bunlar hep göz önünde tutulurdu. Bir şey yapacagimiz zaman, başkalari ne der diye düşünürdük, daha dogrusu düşündürüldük. Bu aslinda ne kadar dogru, ilk evvela bunlar tartişildi, biz kimin için yaşiyorduk, biz kendimiz için yaşamaliydik. Hayatimiz akip geçiyordu. Bireycilik ön plana çikmaya başlamişti.

Bu bireycilik çikişlari o yillarda bize ithal edilen amerikan filmlerinde bile aslinda gizli planda arkada duruyordu. O filmlerde hep insan ilişkileri ön plandaydi ama orada verilen mesajlar "o benim sorunum degil, senin sorunun" fikri hepimizin kafasina girmeye başladi. Ve bu dönemde yetişen bir çok genç, artik toplumsal sorunlara bile bizim sorunumuz olmaktan öteye o konuyla ilgilenen kişinin sorunu olmaya başlamişti.

Benim vatandaşim işini bildigi gibi bindigi dali da kesmek istemedi. Artik herkes özgürdü ve bireycilik ön plana çikmaya başlamişti. Toplumsal duyarlilik gerilere itilmişti dersek yalan olabilir, artik toplumsal duyarlilik bile bireysel çikarlar ugruna harcanir olmuştu. Toplumda ön plana çikmak isteyenler, popülizm peşinde koşanlar toplumsal yarar için çalişiyormuş gibi görünüp, ön planda olmaya çaliştilar.

Bügün bizden sonrasi tufan gibi geliyor sanki, bizim kuşak en azindan her ne kadar kayip kuşak olsa da, en azindan dişardan küçük serzeniş ve uyarilarla hemen geçmişe dönebiliyor ve kendine çeki düzen verebiliyor. Çünkü öyle bir yetişme tarzi söz konusu. Ama kendini kaptiranlarda yok degil hani. Popülizm o kadar yayginlaşti ki, toplum hep kapicinin kizi modunda yaşamaya başladi. Özentilik her yani sardi. Eee görmeyen göz istemiyor da ama göstermek de bazilarinin sadece işi oldu. Görenlere ise "bakmasalardi" demek işin savunmasi oldu.

Kişisel olarak kendini gerçekleştirmemiş bir toplumun nereye çekersen gidecegi muhakkak, birey olarak baktigimizda kişiligi oturmuş bir bireyin ona ne derseniz deyin bunu kaldirmasi çok kolaydir, kendine güveni vardir ve onu aşagilamaniz bile onu yildirmaz. Amaaaaa kişilik sorunlari olan ve toplumu bir kenara koyarsak, kendiyle sorunu olan bir kişiye ne verirseniz onu alir ve yönlendirilmesi çok kolaydir. Işte toplumumuzda bu durumda. Gelişimi ve tarihi açisindan aslinda çok saglam temelleri olan, ama egitim seviyeleri açisindan bunu tamamlayamadan onu medya ile yönlendirmek çok kolay. Ona mercimegin yararlarini anlat, herşeye iyi geliyor de ve ertesi haftalarda tüm silolardaki mercimek stoklarin boşalir.

Kendine sahip çikamayan, kendinden şüphesi olan bir kişi, bireycilige dönmüş, toplumsalliktan uzaklaşmiş kişiler de engellisine sahip çikabilir mi? Ne kadar çikabilir ki, birilerinin bu işe baş koymasi gerekir. Tek kişilik ugraş ve çabalarla ancak belli bir yere gelinebiliyor. Bu sefer o tek kişiler de bikabiliyor, yilabiliyor. Işte o birilerinin o esnada yukaridaki düşüncelerimin tam tersine bireyci olmasi gerekir, ve çevresine aldirmadan, yilmadan, toplumdan gelmeyen destegi görmeden yolunu çizmelidir. Bu topluma aldirmamalidir. Donkişot'luga soyunmalidir.

Çünkü ne yaparsa yapsin, bu toplum bakamayacaktir, çünkü toplum uzaklaşmiştir artik, toplum kendine bakmaya başlamiştir. Çevresine bakan olmadigi gibi çevresindeki engellileri göremedigi gibi kendinde oluşan bu ruhsal engeli aşmasi uzun zaman alacaktir.

Fiziksel engelli olmak bir suç degildir, ama ruhsal engelli olmak bence kesinlikle bir suçtur. Ruhsal engelli olanlar oldukça fiziksel engelli olanlarin sorunlarina yaklaşmak imkansizdir, sadece geçici çözümler bulunabilecegi gibi göstermelik işler yapilacaktir. Aynen siyaset gibi. Ruhsal engellileri uyandirmak gerekir.

Kültürel depremin altinda kalan bu toplum kendine gelmeden, fizksel engelliler ayaga kalkamayacaklardir. Öyleyse gelin fiziksel engelliler ruhsal engellilere yardim edelim. Bu toplum elden gidiyor çaresine bakalim.

Çünkü sizin de tek çareniz bu, tek kurtuluş yolunuz bu. Ne mi yapalim, Türkçemizi koruyalim, kaybolan toplumsal duyarliligi ayaga kaldiralim, "benim sorunum" degil, "bizim sorunumuz" diyelim, "o olmazsa ben de olamam" diyelim. "Bu toplum olmazsa ben de olamam, ben yaşayamam" diyelim. Mahallemize, çevremize, apartmanimiza, herkese sahip çikalim, benden uzak olan bin yil yaşasin demiyelim.

X kuşagi sonrasi tufan yaşanmiş olabilir, toplumsal duyarlilik kaybolmuş olabilir, gençler sadece kendini düşünür olmuş olabilir, çevrelerine bakmiyor olabilir, ahlaksizlik diz boyu artmiş olabilir ama umutlar sönmemeli, Aslinda umutsuzluga kapilmak çok kolay, ruhsal engeli olanlar, körleşenlere bakmakta aslinda bir ruhsal engellilik hali olsa gerek. Işte bu durumda ümitler hep varolmali, gelecege ümitle bakmali. Ümitli olmamak da Ruhsal engelliliktir.

Aslinda bizim tarihimiz hep bunlarla dolu, hep kuşatilmişken bir mucize olur ve kurtuluruz. Ben hep bunu bekliyorum, ama beklemekle degil, yaşiyorum, yaşatiyorum, yoksa bu oldugunda şaşiririm, ama geldiginde hiç şaşirmayacagim. Bu ülke bu toplum sizde bekleyin, bir mucize olabilir. Bu mucize yine bu toplum ve bu topraklardan çikacaktir.

Bizler bunu dile getirdikçe bizler bunu sorunlari siraladikça bir birey ortaya çikacak ve bunlarin aşilmasini saglayacaktir Bu mucizeyi o kişi gerçekleştirecektir. Işteeeee bakin fiziksel engelliler yine sizi düşünmedik, yine sizi kullandik, bir toplumun kurtuluşu için bile sizi alet ettik. Sizin kurtuluşunuz da bu toplumun ruhsal engelinin ortadan kalkmasina bagli, size kimse yardim edemiyor, siz onlara yardim edin ve aslinda fiziksel engelli olmanin önemli olmadigini ruhsal engelin daha büyük bir sorun oldugunu onlara gösterin.

Galatasaray'a açık davet

Hafta sonu ezeli rakibimiz ve ebedi dostumuz Galatasaray'ın Ali Sami Yen stadına şampiyon olarak çıkacağımız maç için kendilerine açık davet yollamak isterim.

İşte size kendinizi bir hamlede ölümsüz kılacak bir fırsat: Fenerbahçe takımı sahaya çıkarken alkışlayın, centilmenlik anlamında tüm Türkiye'ye örnek olacak bir çığır açın.

Bitsin artık bu sevimsiz ve çirkin itişme kakışma. Bitsin artık bu hazımsız tribün edebiyatı.

Yıllarca tüm Galatasaray'lı dostlarımdan hep dinlerdim "ne kadar farklı" olduklarını, ne kadar "Avrupai" olduklarını. Onlar anlatırdı, ben de derdim ki: "yok aslında hiç kimsenin birbirinden farkı, hepimiz aynı sevimsiz tribün edebiyatının değişik renklerdeki parçalarıyız". Ne yazık ki hep de haklı çıkardım. Onlar bizim stada gelir, bir dizi küfür, atışma, sahaya atılanlar.... Biz oraya gideriz, aynı hikaye... Yıllarca hep aynı sahne değişik stadlarda tekrarlandı durdu.

Artık bu olaya son vermek için ellerinde müthiş bir fırsat var. Cumartesi akşamı Fenerbahçe'yi sahaya alkışla karşılaşınlar, olsun hepimize ölümsüz bir örnek davranış. Eğer hep söyledikleri gibi farklı iseler, işte fırsat. Kanıtlasınlar. Onlar bunu yapsınlar, biz de onları kendi stadımızda aynı şekilde karşılayalım.

Bitsin artık bu yüksek gerilimli, bol küfürlü maç olayı. Biraz da farklı pencereden bakalım şu işe. Birbirlerini aynı mahallede, aynı iş ortamında, aynı mekanlarda insan gibi ağırlayanlar neden stada girince mutasyona uğramış bir hırtlığa bürünürler.

Şurası artık su götürmez bir gerçektir ki ne biz onlarsız, ne de onlar bizsiz yapamaz. Eğer şu futbol olayından biraz zevk alıyorsak, o da her sezon oynadığımız ezeli rekabet maçlarının verdiği lezzetir bizlere. Eğer bir sezon içinde şöyle muhteşem bir derbi maçı olmazsas ne keyfi kalır bu işin? Kim ister Cimbom'u yenmeden geçen bir sezonu. Kim unutabilir o müthiş maçlarımızı, kimin arşivinde yoktur 6-0'lık maçla ilgili anılar?

Gelin artık yeni bir defter açalım şu işe, ve ilk sayfasını da sizin alkışlarınızla açılan bir maçla süsleyelim.

7 Mayıs 2007 Pazartesi

BLOG 1907'den Selamlar

Herkese selam,



İşte Blogumuz, BLOG 1907, artık hayata geçiyor. Hepimize hayırlı olsun.



Uzun zamandır kendi aramızda konuşup duruyoruz. Kimi zaman elektronik postalarla duygularımızı paylaşıyoruz. Kimi zaman başkalarının yazılarına atıfta bulunup tartışıyoruz.



Ama neden kendi sahip olduğumuz bir mecrada bunları daha düzenli şekilde paylaşmıyoruz, başkalarına da açmıyoruz diye düşünüp dururken, ansızın gelen bir fikirle bir blog yaratalım dedik.


Ve işte şimdi hayata geçiyor.



Kurucularının ilk önemli ortak noktası Fenerbahçe olan, ama sadece onunla yetinmeyen, etrafımızda, kafamızın içinde, gönlümüzün derinliklerinde yatan tüm fikirleri paylaşıp, tartışabildiğimiz bir ortam yaratalım dedik.



Amacımız, hepsi belli seviyede değerli fikirleri olan tüm dostların sanal ortamda buluşmasını sağlayıp, tüm bu güzellikleri düzgün bir kayıt ortamında tutmak.