19 Ağustos 2007 Pazar

Fenerbahçe'de futbol oynamak

Sezon başladı, ama ben bu yazı için bu geceye kadar bekledim. Geçen haftaki İBB maçı, sonrasındaki Anderlecht ve bu geceki Gaziantep maçının toplamından bir sonuç çıkarmak sanki tek maça dayalı yazmaktan daha mantıklı geldi.

Ben takımı şu anda çok derin eleştirmenin erken olduğuna inanıyorum. Gerçi teknik yönetim ve bazı oyuncular yeni olmasa da, sezonun daha çok başındayız.

Benim esas ilgimi çeken ve artık (takımı son 2 senedir çok sert eleştiren) beni bile rahatsız eden bizim taraftarlık anlayışımızdır. Geçen hafta bunu çok net gözlemledim. Herkes herşeyin 1. dakikadan itibaren otomatik işleyen bir makine düzeni bekliyor. Şükrü Saraçoğlu stadında öyle bir hava var ki, sanki hiç kimse hiç hata yapmayacak, herkesin her topa girişi mükemmel olacak ve tik tak paslarla 8-10 tane gol atacağız. Bunun dışındaki hiç bir duruma kimsenin tahammülü yok. Bu tahammülsüzlük artık öyle bir raddeye ulaştı ki, eğer takım ilk golü atmada biraz zorlanırsa, söylenmeler yerini direk isme adres sinkaflı ve oturaklı cinsinden küfüre bırakıyor.

Benim bilinçli futbol hatıralarım 1970'lerin başlarına kadar uzanır, ve ne yalan söyleyeyim, ben neredeyse hiç denecek kadar az kere hatırlarım Fenerbahçe'nin kendi sahasında böyle kusursuz nitelikteki yakışıklı oyununa. Taaa Ziya'ların, Osman'ların Cemil'lerin döneminde, Selçuk'ların, Rıdvan'ların günlerinde de durum çok çok farklı değildi. Son dönemde, özellikle Daum'un ikinci senesinde şahsen ben de çok kızardım takımın 3 pas üst üste yapamamasına. Gerçi derbilerde olay farklı olduğu için o maçları özel kategoride ele almak gerekir ve bu söylediklerimin dışındadır.

Yani, olayın özünde neden bu takım şöyle iştahlı bir oyun oynamaz? En ölü döneminde bile GS'ın karşı takımı bunaltan iştahı neden bizde oluşamaz diye düşünmeden edemiyorum. Eyvallah, Zico'nun temel hataları ve yönetimin bazı eksiklikleri var, kabulumdur. Ama, ne de olsa eldekiler de yabana atılan türden oyuncular değil. O zaman akla stadın atmosferinin takım üzerinde oluşturduğu etki geliyor. Son yıllarda Tuncay dışında yırtıcı iştahla top oynama azmi olan kaç oyuncumuz vardı? Bence yoktu. Neden? Bence neden, daha ilk saniyeden gelmişine geçmişine küfürle bağıran onbinlerin olduğu ortamda oyunu bizim arzuladığımız iştahla oynama haleti ruhiyesine getirebilen oyuncu sayısı sınırlıydı. Benim inancıma göre, eski kaptan Ümit Özat da bu kapsamdaki oyuncuydu. Bir keresinde karşılaştığımız bir lokantada masamıza gelerek sohbet ederken bize bundan yakınmıştı. Hatta, söylediğine göre, Ümit'in lise tarafına hücum ettiğimiz zaman şimdiki kapalıda yer alan bir fanatik her atağa kalktıklarında tribünün en öndeki boş zeminde Ümit topu sürerken onunla beraber koşarak laf atarmış. "hadi lan hadi ortala, pas at," gibisinden ve daha bir sürü galiz küfürle beraber adamı bezdirmiş.

Bence biz taraftarlık anlayışımızda çok yanlış bir tavır içindeyiz. Yukarıda yazdığım gibi, her anı kurgulanmış kusursuz bir makina düzeninde oynayan bir takım beklentisiyle oluşan stress oyuncuları ne yazık ki daha da ürkek ve korkak hale sokuyor, ve o haldeki oyuncu "şu top ayağımdan hayırlısıyla gitse de kurtulsam" şeklindeki bir düşünceyle donanıyor. Ümit Özat'ın adeta oyuna ve takıma küsmüş hallerini lütfen hatırlayın. Ben herhalde takımdaki yabancıların bir takım durumlarına kafayı takıp küsüyor diye düşünürdüm, ama sanırım bir de işin bu yanı var. Ha, bir de, hepimizin aklının bir yerinde GS'ın UEFA kupasının oluşturduğu bir beklenti çıtası var. Herkes bir an önce bizim Şampiyonlar Liginde bir şeyler yapıp bu çıtayı bizim de yükseltmesini bekliyor ve her ters durum akıllarda bu duyguları dürtüp, ortaya sert tepkiler çıkarıyor. Bu akşam takımın tamamen yedeklerden oluşması herkesi bir ölçüde daha anlayışlı olmaya itti, ve erken gelen gollerle coşan kitleler uzun zamandır hayal ettiğimiz iştahlı futbolu yarattı. Gerçi ikinci yarıda düşen tempo ve yorulan oyuncular bu iştahı biraz törpüledi, ama yine de bugün uzun zamandır özlediğim taraftarlık ruhu sahada vardı.

Şurası kesin ki bizim taraftarlık anlayışımız İngilizlerden veya Almanlardan farklı. Biz işin aslında iddiasıyla spor tarafından daha çok ilgileniyoruz. Maçı bu gözle görmede zorlanıyoruz. Biz kendi yarattığımız stresin etkisiyle batsın bu dünya sendromuna çok rahat girerek, destek olmamız gereken yerde köstek oluyoruz. Takımın destek beklediği noktada, "sen önce golünü at, sonra destekleriz" hali aslında önce oyuncularımızı ve sonra da bizi vuruyor.

Herşeye rağmen, ben bu sene bu takımdan umutluyum. Zico'nun önemli hatalarına ve eksikliklerine, yönetimin beceriksizliklerine rağmen, durumu olumlu pencereden, umutlu olarak görüyorum. Daha işin çok başındayken, önce ve hep destek olmalıyız diyorum.

sezonun hepimize güzel anlar yaşatması arzusuyla, daha pozitif elektriğin oluşacağı tribünleri umut ediyorum. Bundan da umutluyum..........

1 yorum:

hakan alp dedi ki...

Hojam iyi yazmışın güzel yazmışın ama siz mühendis adamsınız daha iyi bilirsiniz. Elektrik çarpar, olumlusu olmaz.
Seyirci ile maç alındı dendiğinde topçunun unutulması ne kadar hatalı ise, iyi olmayan topçuyu tribünlerin taşımasını beklemek de o kadar yanlış bence.
Topu diagonal pasla bir kanattan öbür kanata atamadı diye kimse kızmıyor, önündeki adamı hamle yapamadı kaçırdı diye kızıyorlar adama. O da kalite zaten, elektirik değil. Kalite yoksa ( ki 2-3 futbolcu ve hocada yok ) yapacak birşey de yok.
Geçen sezon sonuna doğru herkes "bu Zico gitsin" derken, bu vakitte olmaz diyen adam :)