16 Haziran 2007 Cumartesi

Dead Proof ve mirasyedi Tarantino




Ne zamandır düşündüğüm şeyin artık kesin olduğunu bugün gittiğim Dead Proof filminde anladım. Sinema alemine 90'ların başında fırtına gibi giren ve yeni bir soluk açan Tarantino, yeni filminde pek de yeni bir şey sunmamış. Hatta, heybesindeki tüm eski oyuncaklarını yeniden parlata parlata önümüze atmış, ve açıkçası artık resmen baymaya başlamış.


Yani, Dead Proof, artık seyirciye sunacak yeni bir şeyi kalmayan Tarantino'nun tekneyi kazıya kazıya dibinde kalan tortulardan oluşan bayat bir yemek gibi. Sanırım bu yönetmenlik işinde ilk başarı ortaya çıkıp kendini kabul ettirmekse, sonrasındaki en önemli adım kendini değişik sulara atabilme becerisi. Tarantino, kendini yeni sulara açamadığı gibi, eski suları da artık fazla bulandırmaya başladı.




Los Angeles trash culture ile yola çıkan, ve kendi gençliğindeki B türü filmlerin "kült ögelerini" yeniden canlandırma sevdasını işleyen Tarantino, bu filmde sanki tatildeyken hazırlıksız yakalanan, ve yeni repertuarı olmayan şarkıcı gibi. Aynı eski şarkılarını evire çevire önümüze koyarak ilerlemeye çalışıyor. Film bildiğimiz tüm Tarantino ögelerini artık neredeyse gözümüze sokarak, neredeyse bıkkınlık veren raddelere ulaşıyor. Daha perde açılırken karşımıza çıkan bir çift kadın ayağı, film boyunca o kadar çok işleniyor ki, neredeyse o ayakların kokusunu bile duyar hale geliyoruz. Nedir hocam bu ayaklarla derdin? Yokmu etrafta bu adama "o ayaklar çoktan koktu artık" diyebilecek bir babayiğit?

Rezervuar Köpekleri ve Pulp Fiction'u kalbimize işleyen Los Angeles geyik muhabbetleri bu filmde bitmek bilmeyen ve sıkıcı kadınlar arası diyaloglara dönmüş. Dün Radikal'in her zaman yorumlarını çok beğenerek okuduğum Uğur Vardan'ın saptaması da çok doğru: adam kendi gençliğinde pek de önemsenmeyen kenarda köşede kalmış konuları bugünün gençlerine sanki pek matah konularmış gibi anlatmaya çalışan masalcı edasında. Gerçi ben Pulp Fiction'da John Travolta ile Samuel Jakson'un tüm diyaloglarına bayılmıştım. Rezervuar Köpekleri'nin açılışındaki restoran geyiği de çok hoştu. Ama, herşeyi tadında bırakmak lazım. Hele hele artık kişinin ünü ve film bütçeleri bu seviyelere varmışken kalkıp da hala tekne kazıntısı misali olayı kasnatmak hiç de güzel olmamış.


Filmin aslında çok daha kompakt bir anlatımla çok da abartılmayacak bir enteresan seyirlik olması mümkünken, o uzadıkça uzayan manasız geyikleri ve insanı kadın ayaklarından nefret ettirecek kadar sık sık gözümüze sokulan fetiş sahnelerinden dolayı çok puan kaybettiği şüphesiz. Doğrusunu söylemek gerekirse, ben filmin havasına ancak ikinci yarının ortalarından sonra, üç kadının kendi fantazilerini giderme sevdasındayken dublör eskisi, manyak rolü oynayan Kurt Russel'ın gazabına uğramasıyla girdim. Ama, o bile benim gözümde filmi kurtaramadı. Aslında perşembenin gelişi çarşambadan bellidir misali, ben Tarantino'nun daha Kill Bill'in 1. filminde son demlerini oynadığını hissetmiştim. Tutkunu olduğu filmlerin ve onların aktörlerin kendi yönetiminde olmasının keyfini doya doya yaşayan ama bunu yaparken de acaip abartan, egosunu giderme uğruna seyircinin zevkinin içine eden o ince çizgiyi geçtiğini hissetmiştim. Ama, her nasıl olduysa, kamuoyu Tarantino'nun bu şımarık denemesini de sineye çekti, herhalde artık bundan sonra yeni bir şeyler getirir diyerek. Sonuca bakılırsa, Tarantino hala eski günlerindeki hatıraları bırakmaya pek niyetli değil.


Acaba Tarantino gençliğinden bir türlü kopamadığı için dönüp dönüp o günleri yadeden filmler çekme sendromunda kıvranan bir yönetmen mi, yoksa başka konuları anlatmayı beceremediği için hala bu olaylara takılan bir yetenek kısıtı birisimi? Cevabını ben buradan bulamıyorum, ama herneyse, artık yeni bir Tarantino filmi beni hiç mi hiç cezbetmiyor. Keşke kendi özünü aşabilse ve yeni sulara yelken açarak bize yeni deneyimler yaşabilse. Her ne yapacaksa, inşallah yeni filminde bizi artık şu kokmuş ayaklardan ve geyiklerden kurtarabilse.

Hiç yorum yok: